" title="Prof. Dr. İsmail TATLIOĞLU">

Hoşgeldiniz

TWITTER FACEBOOK

FACEBOOKTA BİZ

21.12.2018 – Bütçe Kanunları ile Kesin Hesap Kanunları ve Bu Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun Teklifi

Ana Sayfa » MECLİS ÇALIŞMALARI » 21.12.2018 – Bütçe Kanunları ile Kesin Hesap Kanunları ve Bu Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun Teklifi

Tutanak Metni:

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, Parlamentomuzun çok kıymetli mensupları; yüce Meclisi ve aziz milletimizi İYİ PARTİ ve şahsım adına saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, hükûmet etmek bütçe yürütmektir. Esasen hükûmetlerin bütçeyi yürütmenin dışında fonksiyonel bir durumları söz konusu değildir. Bu nedenle de bütçe hakkı Parlamentodan daha eskidir ve demokrasilerin temel unsurudur, asgari unsurudur. Görüştüğümüz bu bütçe teklifi siyasi olduğu kadar sosyal ve hatta ondan daha fazla da ekonomik eylem planıdır. Bu nedenle 2019 Bütçe Teklifi’yle ilgili ve ondan sonra da 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’yla ilgili bir kanaat oluşturacağız.
Öncelikle 2019 Yılı Bütçe Teklifi’yle ilgili nasıl bir kanaat oluşturmamız gerekiyor, bunu tartıştık ve bunun üzerine bir değerlendirme yaptık. Bu teklif hükûmetin bizden 2019 yılı için 960,9 milyar liralık bir harcama yetkisi ve de 880 milyar liralık gelir toplama izni istediği bir teklif. Bir yıllık daha icraat izni istiyor. Peki bu uygun bir teklif midir, uygun bir bütçe midir, ona bakıyoruz. Peki nasıl bakıyoruz? Neye göre değerlendireceğiz? Önce bu bütçe teklifini yapanların referanslarına bakmamız lazım, daha önceki performanslarını değerlendirmemiz lazım; sonra bu bütçenin üzerine kurulduğu referanslara bakmamız lazım, bu bütçenin dayandığı referanslara bakmamız lazım ve işin doğrusu, bu bütçenin bir felsefesi var mı, bu bütçenin bir matematiği var mı ve bu bütçenin bir kimliği var mı sorularını cevaplamamız lazım. Bu açıdan, öncelikle bir ekonomik eylem planı olarak üzerine kurulduğu ekonomik zemini, gelişmeyi tahlil etmemiz lazım,.
Çok değerli milletvekilleri, Türkiye kendi seyri içerisinde zamanın ruhundan kopmadan yürümeyi bilmiş bir ülkedir. 1960’larda yüzde 25’lik şehirleşmesini 2018’de 82’ye taşımış, 1960’ta her 10 kişiden 3 kişinin okuma yazma bildiği bir Türkiye’de 2000 yılında her 10 kişiden 9 kişi okuma yazma öğrenmiş, 2018 yılında da 9,6’ya çıkmıştır. Üniversite çağ nüfusu oranı 1960’ta 1,3’ken 2000 yılında yaklaşık 15 kat artmış ve 2018 yılında da yüzde 45’e ulaşmıştır.
Türkiye’de bin kişiye düşen araç sayısı 1960’ta 6 kişiyken -bin kişiden 6 kişiye otomobil düşerken- 1980’de 6 kat artmış, 2000’de 127’ye çıkmış ve 2018’de 274’e çıkmıştır.
Türkiye, kaynaklarını altyapı yatırımlarına aktarıp gelmiştir. 2002-2018 yılları arasında da yaklaşık 2,7 trilyon dolarlık kamu kaynağı kullanmıştır. Türkiye özellikle altyapıda… 1984 Türkiye’sinde iktidara gelenler, ellerinde 77 kilometrelik bir otoyol bulmuşlar, 2002’de bunu 1.714 kilometreye çıkarmışlar, 2002’den sonraki siyasal iktidar da 950 kilometre eklemiş, 2.664 kilometreye çıkıyor. 1984’ün iktidarı, elinde 1.437 kilometre yol bulmuş, 2002’de bunu 4 kat artırarak 6.040 kilometreye çıkarmış. 2002’den sonra iktidara gelenler de yine bunu 4 kat artırarak 24.500 kilometreye çıkarmış. Toplam olarak Türkiye’nin 427 bin kilometre kara yoluyla zirve yaptığı bir yıl 2002.
Türkiye’ye bu dönemde ekonomik olarak baktığımızda -bu bütçe teklifini bize getirenlerin ekonomik performansını değerlendirirken- Türkiye 1960’la 2018 arası 4,6 büyümüş ve bu 4,6, Türkiye’yi bugün itibarıyla 9.076 dolar fert başına millî gelire getirmiş. Türkiye’nin en uzun ve en yüksek büyüme tarihi 1961’le 1975 arasıdır. Türkiye yüzde 5,5 büyümüş ve bu 5,5 sürdürebilseydi Türkiye bugün 18 bin dolarlık millî gelire sahip bir ülke olurdu. Hele Türkiye bu 5,5’i bir puan artırarak 6,5 yapabilseydi Türkiye bugün 32 bin, 34 bin dolarlık bantta bir zengin ülkeydi ama 1961-1975 arasında yüzde 5,5’lik büyümeyi sürdürememiş uzun dönem olarak. 2002-2018 döneminin büyüme oranı yüzde 4,4’tür, ya 1960’tan itibaren gelen seyrin ufak da olsa altındadır. Bu son on altı yılı değerlendirdiğimizde -neden on altı yılı değerlendiriyoruz- bu bütçe teklifinin sahipleri açısından değerlendiriyoruz. Doğrusu 2002-2007 arası başarılı bir dönemdir. 2002-2007 arasında Türkiye’yi yönetenler, ekonomisini yönetenler 6,8’lik bir büyüme sağlamışlardır. Bu 6,8’lik büyüme Türkiye’de en başarılı ikinci beş yıldır, en başarılı ikinci beş yıl. Ama 2008-2018 arasındaki büyüme oranı 3,8’dir. Bu oran Türkiye’yi onar yıllık dönemler itibarıyla değerlendirdiğimizde en iyi oran değildir. En iyi ikinci oran da değildir, en iyi üçüncü oran da değildir. Bu oran, dördüncü en iyi orandır. Net olarak Türkiye’nin son on yıllık performansı sadece 1990’lı yıllardan iyidir, ekonomik büyüme olarak. Dolayısıyla bu bütçe teklifini getirenlerin ekonomi yönetim performanslarına baktığımızda Türkiye’de son altmış yılın sondan ikinci ekibi olarak karşımızda görmekteyiz.
Bir başka göstergeye baktığımızda, istihdama baktığımızda -üzülerek söylüyorum- bütün zamanların en kötü on yılı, 11,1; bütün zamanların. Bakın, zirve bir işsizlik oranı bu 2019 bütçe yılının kendisinde, 12,3. Bunu sadece 2009 krizi geçmiş. Yani hedefler tutarsa Türkiye’deki işsizlik oranı yüzde 12,3 olacak ve bu, zirve bir işsizlik. Bu nedenle, bu bütçe teklifini getirenlerin performansları bizim bu bütçeye olumlu bakmamız için yeterli değildir.
Türkiye son on yılda büyümesini ilk beş yıla göre, 2007’den itibaren azaltarak ilerlemiştir ama buna rağmen büyüme, istihdam artıramamıştır. Neden? Çünkü düşük olan bu büyümenin bile büyüme kalitesi düşüktür, büyüme kalitesi düşüktür Türkiye’de yani Türkiye’nin son on yıldaki büyüme kalitesi düşüktür. Buna yönelik eleştiriler -akademik dünyadan da- maalesef muhalif söylemler olarak alınmış ve çok karşılık bulmamıştır. Esasında bu, iktisattaki tabiriyle “Hollanda hastalığı”dır. Büyürsünüz ama istihdamı genişletemezsiniz, bunun adı kalitesiz büyümedir. Büyüme zaten küçüktür, ayrıca kalitesiz bir büyüme söz konusudur.
Peki, bu bütçe teklifini bize getirenlerin dünya ekonomisindeki seyrine bakalım. Türkiye 1960’dan bu yana dünyayla beraber yürümüştür değerli milletvekili arkadaşlar. Ama ne Çin gibi ne Güney Kore gibi kendisini öne atabilmiş fakat ne de bir gelişim çizgisinin altına düşmemiştir. Türkiye ekonomisinin 17’nci sırasını koruyagelmiştir. Dünya 1980’lerden itibaren 30 trilyon dolarlık hasılasını 90 trilyonlara taşımıştır, Türkiye de 3.600 dolarlık hasılasını 2008 itibarıyla 10.600 dolara taşımıştır. Dünya ekonomileri kendi çizgimizde, ki dünya ekonomileri gelişmekte olan ülkeler… Çünkü bildiğiniz gibi gelişmiş ülkeler daha küçük büyür, gelişmekte olan ülkeler daha büyük büyür. Gelişmekte olan ülkeler 2002-2018’de yüzde 5,8 büyümüş ama Türkiye 4,4 büyümüştür. Dünyayla da karşılaştırdığımızda Türkiye’nin son on altı yılının ilk beş yılı yani 2002-2007 arası dünyayla paralel bir gelişim gösterirken 2008-2018 arası gelişmekte olan ülkelerin trendinin altındadır. Dolayısıyla bu bütçe teklifini bize sunanların dünya ekonomisiyle ilgili de son on yıllık negatif ayrışmaları söz konusu. Bu anlamda dünya ekonomisinde gelişmekte olan ülkeler ciddi sıçramalar yapmış. Türkiye millî gelirini 3.600’den 10.600’e çıkarmış; yüzde 188. Arjantin yüzde 400 artırmış. Çin yüzde 660 artırmış. Şili yüzde 243 artırmış. Türkiye de artırmış.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yunanistan?
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Onu da geldiğinizde anlatırım size.
HACI TURAN (Ankara) – Almanya?
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Onu da. Anlatmaktan yılmayız, anlatmak işimiz zaten üniversite öğretim üyeliğinden.
HACI TURAN (Ankara) – İspanya ne oluyor? İtalya?
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Biraz önce söyledik, dedik ki, bilenler ve akıl sahipleri için, gelişmiş ülkelerin büyüme oranları gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranlarından küçüktür. Bunu bir defa daha söyleme ihtiyacı hissettik anlamak için, arkadaşlarımızın anlamasını sağlamak için. Siz büyümenizi Amerika’yla karşılaştırırsanız, söyleyeyim ben size: Amerika, 2,7 büyümüştür, 847 milyar dolar bir yıllık millî gelir artışı sağlamıştır. Fert başına her Amerikalının cebine 2.500 dolar girmiştir. Türkiye 2,7 büyürse küçülür, Türkiye gibi ülkeler yüzde 5’in üstünde büyümek zorundadır ve Türkiye’nin büyümesi yüzde 7’dir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Fabrikasyon konuşmanın şu Meclis altında anlamı ve yeri yok. Bu konuları bizden çok daha iyi bilen hocalarımız var. Onlar size yakın, sorabilirsiniz.
Evet, saygıdeğer milletvekilleri, şimdi, bu teklif, bu bütçe, bu konuşma süreci içerisinde başka referanslara sahip. Mesela Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız da, Sayın Albayrak da, konuşan bütün bakanlar da devamlı olarak şunu söylediler, bu 2019 bütçesini sunarken dediler ki: “Dokuzuncu Kalkınma Planı” “Onuncu Kalkınma Planı” “2023 hedefleri” “Merkez Bankası raporları.” Bakın bütün kayıtlarda var. Bakalım, burada. Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda “İşsizlikte sapma yüzde 12, büyüme yüzde 7.” demişler, 3,5 çıkmış; sapma yüzde 100 yani Dokuzuncu Kalkınma Planı çöpe. Evet, 10’uncu Kalkınma Planı: 10’uncu Kalkınma Planı büyümede yüzde 21 sapma, işsizlikte yüzde 29 sapma. Yani şu bütçe teklifini getirenlerin yaptıkları, referans gösterdikleri plan bu. Bu 10’uncu Kalkınma Planının başka bir hedefini sizinle paylaşayım. Bakın Aralık 2018, 1 dolar 1.97 Türk lirası. Evet, bu plan da çöpe gitti. Şimdi, salı günü bu kürsüden konuşan ve bu planda emeği olan saygıdeğer bir milletvekili dedi ki: “Bu plan hedefleri asgari yüzde 50 sapmıştır.” Yani bu, 10 hedef vardı da 5’i tuttu, 5’i saptı demek değil, tamamına yakını yüzde 50 saptı. Bu plan da çöpe gitti. Evet, 2023, yine, Sayın Oktay’ın da, saygıdeğer bakanların da referansları, 2023 hedefi: “Dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmek.” Fert başına toplam millî gelir 2 trilyon dolar, fert başına gelir 20 bin dolar, ihracat 500 milyar dolar.
Değerli arkadaşlar, bu 2023 hedefinin tek ciddiye alınacak ve gerçekleşen hedefi var, o da yazmışlar, tutuyor, ithalatın azalması, evet ithalat azaldı. Şimdi bu, 2023. Sonra baktığımızda Merkez Bankası hedefleri ve hesapları var. Bakın, bir ülkede Merkez Bankası enflasyon hedefini 3,5 dedi, 3,4 çıktığı için sorguladılar. Merkez Bankasının 2012’den itibaren hedefi yüzde 5. Şimdi, bir merkez bankasının, hele de Türkiye gibi bir ülkenin Merkez Bankasının hedefi sapabilir, ne kadar, yüzde 1; sapabilir, ne kadar, yüzde 10. Ya, yüzde 80 de sapar mı? Bir kere sapabilir. 2014 sapma yüzde 64, 2015 sapma yüzde 76, 2016 sapma yüzde 70, 2017 sapma yüzde 138. Merkez Bankası işi inada bindirdi. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Normalde nedir Merkez Bankası başkanlarına yapılması gereken? Enflasyon hedefi tutmayınca koltuğundan aşağı indirmek. 2012’ye kadar, 2011’e kadar çok başarılı bir Merkez Bankası dönemi vardı Türkiye’de, Sayın Serdengeçti ve Sayın Yılmaz döneminde ve bir iktisatçı olarak ve Türkiye’deki iktisatçılar olarak “Son yirmi beş yılın en önemli ekonomik reformu nedir?” diye sorarsanız, Merkez Bankasının özerkleştirilmesidir.
MEVLÜT KARAKAYA (Ankara) – 2001.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Evet, 2001, doğru, teşekkür ederiz.
Ama bunu bundan sonra devam ettirmek ve bunu yapanlar, aynı ekip bu bütçeyle geldiklerinde, biz, siz, hepimiz, nasıl böyle bir teklife olumlu bakabiliriz? Bu bir şirketin teklifi olsa ve bizler şirket yönetim kurulu olsak “Evet” diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Gelin, siz de demeyin, gelin, bu Meclisi ciddiye alacak bir bütçe yapalım beraber, gelin. Bakın, bir ekip bir inşaat yapmış, çökmüş, bir inşaat daha yapmış, yarım kalmış, aynı ekip bir tane yapmış, bir tane daha yapmış, taahhüt ettiği projeyle ilgisi yok, şimdi geliyor, diyor ki: “960,9 milyar lira para verin ve bana bir sene daha verin; ben gideyim, bir inşaat daha yapayım.” Bu kadar mı ucuz, toplumun kaynakları? Bu kadar mı dilimiz ve vicdanımız buna müsaade ediyor? Bakın, “Yapmayalım.” demiyorum size. Bunu, bir kere, reddedelim; bütün bu planların arkasındaki ekip ve arkadaşları kendilerinin kontrol edildiğini, denetlendiğini bilsinler ve Türkiye’nin şartlarına uygun bir bütçe yapalım, mesele bu. “Yapmayalım.” demiyoruz. Ve yine sizin bütçeniz olsun, problem yok.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, bakın, şu bütçenin harcama kalemlerini Avusturyalılar, gelir kalemlerini de Avustralyalılar yapsaydı bu kadar kopukluk olmazdı, bu kadar kopukluk olmazdı. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, gelir tarafına gelelim. George Orwell’ın Hayvanlar Çiftliği’ne benziyor; “Herkes eşittir, bazıları daha da eşittir.”
2017’de 94 ülke arasında vergi mevzuatı en karışık ülkeyiz ya; aramızda onlarca mali müşavir var ve bunu hepimiz biliyoruz, hepimiz. Artık mali mevzuatta yapılan değişiklikler yasalara sığmıyor ve vergi kanunu çaresiz, vergi yasaları kimliğini yitirmiş durumda. 5 milyon 600 bin mükellef, yapılandırmaya müracaat etmiş; altı ay içinde yarısı vazgeçmiş. Neden? Yok, derman yok, ödeme dermanı yok.
Çok değerli arkadaşlar, saygıdeğer milletvekilleri, aziz Türk milleti; bu bütçede harcamaların yüzde 83’ü personel ve transfer harcamasıdır. Şimdi, bu bütçede eksik kalan şey yatırımdır. Hâlbuki, 2019 yılı esasında ekonomiye para, yatırımlar üzerinden enjekte edilmeli ki serpilsin bu iş. Bu bütçede enflasyon dikkate alındığında yatırımlar yüzde 38 düşmüş. Bu hâliyle bu bütçe nasıl bir bütçedir yani bir büyüme bütçesi midir? Hayır. Bu bütçe istihdam yaratıyor mu? Hayır. Bu bütçe enflasyonla mücadele bütçesi midir? Hayır. Peki, gelir dağılımıyla mücadele edecek bir bütçe midir? Hayır. Altyapı ve teknolojik atılım bütçesi midir? Hayır.
Değerli arkadaşlar, bu bütçenin matematiği yoktur ve bu bütçenin kimliği de yoktur. Türk ekonomisinin geldiği noktaya bu bütçenin bir cevabı ve bir duruşu yoktur.
Çok değerli milletvekilleri, bakın, Sayın Bakan Albayrak salı günü bütçe konuşmasında burada cevaben çıktı -konuşmasına burada benim durduğum yere vardı- ve dedi ki: “Bakalım, bakalım, 2002’deki bütçe dengesizliğine.” Doğru söyledi, çok haklıydı. 2002’de Türkiye bütçesinde büyük bir dengesizlik vardı ve bu nedenle Türkiye 2002’de dünyanın en yüksek faiz ödeyen ekonomisiydi. Evet, doğruydu ama arkadaşlar, bugün Türkiye dünyanın en yüksek 2’nci faiz ödeyen ülkesi. Bunun sebebini niçin söylemiyor Sayın Bakan? Evet, haklıydı, 2002 bütçesi kamu dengesi bozuk bir bütçeydi ve ama o nedenle de Türkiye dünyada en yüksek 4’üncü sırada faiz ödeyen bir ülkeydi. Bugün dünyanın Arjantin’den sonra en yüksek faizine sahip ülke Türkiye. Bunun sebebi ne? Bununla ilgili bir cevap yok ve bu bütçenin de bununla ilgili bir cevabı yok. Evet, isterdik ki bunu da açıklayabilsin, bunu da burada açıklasın. Doğru dediğimiz gibi “doğru” diyelim. Bakın, çok net söylüyorum, 2008’te konuşuyor olsaydık, 2002-2007 performansı nedeniyle bu bütçe teklifini getirenlere 2009 bütçesi için “evet” derdik. Biz buraya yeminli gelmiyoruz, Komisyona da yeminli gelmiyoruz, Sayın Başkan biliyor. Biz Millî Savunmaya, Emniyet Genel Müdürlüğüne, Jandarmaya, Millî İstihbarata, Türk Standartları Enstitüsüne, birçok kurumun bütçesine “evet” dedik. İnanın buna da eğer bu kriterlerde bizi biri ikna etsin, biz “evet” deriz, arkadaşlarımız buna “evet” der çünkü biz buraya gerçekten “evet” veya “hayır” demeye yeminli gelmiyoruz ve kendi irademizle hareket edebilme kabiliyetimiz var.
Çok değerli milletvekilleri, 2002’de bakın, faiz veren 4’üncü büyük ülkeydik, bugün 2’nci; daha yüksek çıkmışız. 2002’de TÜFE 29 -bazı arkadaşlar söyledi- ÜFE 30, 2018’de 25 ve 45.
Şimdi, borçlu bir ülkeydik, kamu borcumuz vardı ve Türkiye’nin toplam borcu yüzde 107 millî gelirine göre 2002’de, 2018’de yüzde 145. Türkiye’nin bugün “Türkiye borçluluğu” dediğimiz kavramda 6,4 trilyon lira borcu var. Bugün ekonomiyi güvenilir bir zemine oturtalım veya çok basit, ekonomiyi güvenilen bir koordinatöre teslim edelim; bir ay içerisinde faizler yüzde 5 düşer. Bu ne demek? Arkadaşlar, bu, 320 milyar lira. Bakın, ekonomiyi güven yönetir, güven inşa eder. Evet, dış borcumuz 2002’de millî gelirin yüzde 54’ü, 2008’e kadar ülkeyi yönetenler başarılı da olmuşlar, başarılı yüzde 36’ya düşmüş, sonra bugün kaç?
HACI TURAN (Ankara) – 317…
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – 317 ne?
HACI TURAN (Ankara) – 317 milyar dolar.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Bugün Türkiye’nin toplam dış borcu millî gelirinin yüzde 63’ü. CHP’li bir arkadaş 52 diyerek haksızlık etti, yüzde 63. Türkiye 2008’de yakaladığı millî geliri bir daha aşamamıştır dolar bazında 10.600 doları. Bu bütçenin teklifi nedir? Başarılı olursa 9.600 dolardır. Değerli bir milletvekilimiz de söyledi. Yani devlet muhasebesinde ve devlet hesabında bu bir tutarsızlık sayılmaz. Yani biz bunu tutarsızlık olarak açıklayamayız. Bunu dağınıklık olarak açıklayabiliriz. Yani şu 2023 hedefleri inanın çay-kahve içilirken sohbet sırasında yazılmış hedefler olmalı. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun aksini hiçbir ciddi ağız söyleyemez.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Bombalar yağdı üzerimize.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Evet, o bombalar hepimizin üzerine yağdı.
HACI TURAN (Ankara) – O borçtaki finans sektörü ne kadar, açıklar mısınız?
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Değerli kardeşim, saygıdeğer milletvekilim; B324 İsmail Tatlıoğlu, her zaman kapımız herkese açık.
HACI TURAN (Ankara) – Özel sektör borcu 317 milyar, finans sektörü ne kadar açıklar mısınız? 141 bankaların borcu.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Bursa) – Özel ders ücrete tabi, sonra… Burada bedava böyle dinleyeceksiniz.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Çok değerli arkadaşlarım, şimdi bir başka konuya geleyim. Ben diğer siyasiler konuşur bir şey demem ama ekonomiyi yönetenlerin, ekonomi yönetiminde sorumlu olanların, bu ekonomik durumu küresel atağa bağlamasını, bu sorunun konuşulmasını engellemeye bağlıyor. Sayın Albayrak Londra’da, New York’ta, Singapur’da oturduğu masalarda muhataplarına bunun bir küresel saldırı olduğunu söylüyor mu? Hayır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Nerede söylüyor? Türkiye’de söylüyor. Ya, bu, bizim aklımızla, milletin aklıyla alay etmek değil mi? Bakın, bu konuyu konuşmak lazım, bunu böyle perdeleyemezsiniz ve bu sorunları konuşmak Türkiye’nin kültüründe var. Bakın, biz geçmişte gerçekten -57’nci Hükûmete biraz önce bir değerli milletvekili atıf yaptı- 17’nci stand-by’ı iyi yönetemedik, bir krizle karşılaştık. Eğer bir manipülasyon varsa -geçen gün de söyledim- orası için konuşulabilir sonuçları itibarıyla ama ne yaptı o gün yöneticiler? Bunu konuştu Türkiye, bunu tartıştı Türkiye ve o gün yapılanlar, yapısal reformlar Türkiye’yi 2008’e taşıdı. Haksızlık etmeyelim, 2002 iktidarı, bu yapısal reformlara ve Avrupa Birliği çıpasına sadakatle sarıldı, haksızlık etmeyelim. İşte, ondan sonra -bakın, bunlar tesadüf değil- Türkiye’nin 2008’den sonra hem dünyada hem kendi çizgisinde negatif ayrışmasının nedeni yapısal reformlara kör kesilmesidir ve bunu dile getiren siyasiler oyunun dışında kaldılar. Buna hepimiz şahit olduk.
Çok değerli milletvekilleri, gelelim birkaç birime. Şimdi, bakın, Spor Bakanlığı -çok değerli sporcu bir milletvekilimiz söylediği için tekrar ediyorum- ya son üç olimpiyattır tarihin en başarısız sonucunu alan bir Bakanlık, fonksiyonu kalmamış. Şimdi, bize diyor ki: “16 milyar lira verin de ben bir defa daha başarısız olayım.” (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Ya, vermeyelim de bize başarılı olacağı bir bütçe yapsın, gelsin.
Sağlık Bakanlığı… Bakın, çok üzüldüm, inanın, bu ülkenin bir aydını olarak üzüldüm, şu Parlamento şurada oturan Değerli Sağlık Bakanından bir şey istedi, dedi ki: “Şehir hastaneleriyle yaptığınız sözleşmeyi bize iletin.”
Şimdi, ben Bursa’ya gideceğim, Bursa’da şehir: “Ya, bunu duyuyorum. Bu şehir hastaneleriyle ilgili rant mı aktarıyorlar?” dese, ben “evet” demem, şahit olmadığım için ama “hayır” da demem. Böyle bir şey olur mu? Dünyayı gören bir sürü arkadaşımız var. Amerikan Senatosuna, Alman Parlamentosuna, İngilizlerin Parlamentosunda parlamenterler bakandan bir sözleşme soracaklar, bakan öyle diyecek, böyle diyecek, olmayacak. Ya, bunu lütfen siz isteyin, siz isteyin ve bunu yerine getirin. Başka bir şey değil bu, sözleşme. Bu ne demek biliyor musunuz? Ben buna ahlaki olarak bakmıyorum, teşebbüs hürriyeti olarak bakıyorum. Eğer biz böyle bir piyasa varsa, bu piyasa değil. Bu ülkede 1946’da, 1950’de başlayan teşebbüs hürriyeti nidaları demek ki yerine gelmemiş.
Tarım ve Orman Bakanlığı: Bizden 33,7 milyar lira istiyorlar. Ya, biz 2008’de Tarım ve Orman Bakanlığını kapatsaydık ne kaybederdik? Ne kaybederdi Türkiye? (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Ya, bu 33 milyar lirayı şimdi ziraat odalarına versek de çiftçiye dağıtsak inanın çok daha iyi olur, çok daha iyi olur.
Adalet Bakanlığı: 18 milyarlık talebi var. Bakın, 6 Kasım 2014, Bursa. Sayın Abdulhamit Gül… İfadeye bakın, 2014, dört yıl evvel, hatta üç buçuk yıl evvel, dört yıl evvel, pardon: “Yargıya güven yüzde 60-70’lerden yüzde 20’nin altına düştü.” O zaman şöyle diyoruz: Adaleti olmayan Bakanlığa bütçe ne gereksin, ne gereksin bütçe? (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) – Darbe oldu ama ya! Yapmayın böyle bir şey ya! 5 bin tane hâkim, savcı çıktı yani gönderildi.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Şimdi, Amerikalılar Rusya’ya gitmişler metro ziyaretine. Bir Moskova Metrosunda oturtturmuşlar, anlatıyorlarmış: “İşte, şuradan şuraya beş dakikada bir tren, şuradan şuraya on beş dakikada bir tren geçer.” derken Amerikalı bakmış ki hiçbir tren geçmemiş, demiş ki: “Üstat, bir tren geçmemiş.” Rus dönmüş demiş ki: “Siz de Amerika’da zencileri öldürmüyor musunuz?” Ya, bu, eski Türkiye, yeni Türkiye… Bunları kendi platformunda konuşmazsak hiçbir soruna çözüm bulamayız, bakın kendi platformunda, kendi platformunda konuşacağız.
MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Kendi platformunda konuşuyoruz zaten.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Evet, onda da konuşuruz.
Millî Savunma Bakanlığı: Çok değerli milletvekilleri, biz Millî Savunma Bakanlığı bütçesine “evet” dedik, Emniyet Genel Müdürlüğüne de dedik, Jandarma Genel Komutanlığına da olumlu oy verdik, kurumsal olarak. Biz, Genelkurmayın Millî Savunma Bakanlığına bağlanmasını yirmi beş yıllık bir gecikme olarak görüyoruz. Ama Türk Genelkurmayının…
SELAMİ ALTINOK (Erzurum) – Kim yaptı?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Kim yaptı, kim gerçekleştirdi?
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan, ediyoruz, bak ettik. Sen de bize teşekkür ettik bu kadar söze. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Öyle bir kültürleri yok.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Evet, bir satır değiştiremiyorsunuz. Bakın “Bütçeye ‘evet’ diyoruz.” diyorum o gün, sizin satır değil, virgül değiştirmeye yetkiniz yok.
Şimdi, Türk Genelkurmayının Soğuk Savaş’ın bitiminden itibaren dünya konjonktürünü iyi okumadığını düşünüyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri 2003’te çuval geçirmeyle başlayan süreci anlayamamış ve de yönetememiştir. Biz, 28 Şubatı bizzat Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik bir ihanetin adı olarak görüyoruz, bizzat Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik bir ihanetin adı olarak görüyoruz ve 15 Temmuzu bunun finali olarak görüyoruz. Bu yolun yolcularının amacı, Türk Silahlı Kuvvetlerini Türkiye’nin aktifinden düşürmekti, mesafe alamadıklarını söylemek de yanlış olur. 15 Temmuz tam anlamıyla hükûmet etme zafiyetidir, tam anlamıyla. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Ama Türk milleti, devletini sokaktan toplamayı başarmıştır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Ve bu yüzden milletimize minnettarız.
2010 referandumu Türkiye’ye, 12 Eylül 2010, 12 Eylül 1980’den daha büyük bir darbe vurmuştur.
ŞENOL BAL (Ankara) – Aynen öyle.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Ve bu nedenle, bakın, devlet kendi topraklarında bile ana aktör olmaktan çıkmış ve savrulma sürecine girmiştir. Bunları toplama mecburiyeti milletimiz adına bizimdir. Cevdet Paşa’nın Osmanlı için vurguladığı gibi “kahtı rical” ülkemize çok pahalıya mal olmuştur.
Bugün dış politikanın, değerli milletvekilleri, merkezine ekonomik coğrafyayı koymalıyız. Türkiye zengin olacaksa güçlü bir bölgenin aktörü olduğu için zengin olacak. Güçlü bir Irak, güçlü bir Suriye, daha güçlü bir Türkiye demektir. Ve bu ülkenin şehirleri, 2010 Hatay’ını bilenler çok net hatırlayacaklar, sınır şehirleri üzerinden zenginleşen bir Türkiye göreceğiz. Türkiye bölgesel istikrardan başka hiçbir şeyin peşinde olmamalı ve bölgesel istikrar ve Türkiye, bu bölgede serbest ticaret alanı oluşturmalıdır.
Çok değerli milletvekilleri, akıllı ülkeler çatışmayı kendi bölgelerinden kovmayı becermişlerdir. Yirmi beş yılda iki büyük savaşa sahne olan Avrupa, yaklaşık seksen yıldır hiçbir çatışma yaşamamıştır. Bu nedenle Almanya’nın sınırları Türkiye’den başlamaktadır.
Rusya, Sovyet topraklarında çatışmayı minimize etmiş ve nüfuz alanını da bu nedenle genişletebilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Çünkü çatışma, kaynakların başka ülkelere aktarımı demektir. Suriye’ye bu açıdan bakarsak, bölgede elini ovuşturan tek ülke vardır, tek; onun adı da İsrail’dir ve İsrail Türkiye’de bölge politikalarını yönetenlere derin teşekkür borçludur. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bugün Suriye ve bölge politikalarının hane başına 30 bin lira maliyeti vardır. Büyümeyi ortalama yüzde 1 bloke etmektedir. Yapılması gerekenin şu olduğuna inanıyoruz: Mülteciler dâhil bir seçim yapılmalı ve kazananla oturup bu Suriye bölge ve Suriyeliler meselesini çözmeliyiz. Suriyeli kardeşlerimizin vatanlarına dönüşünü sağlamalıyız, şüphesiz herkes vatanında mutludur.
Çok değerli milletvekilleri, Türkiye’yi 21’inci yüzyıla taşımanın sorumluluğu bize aittir. Türkiye güçlü bir yükselişe geçmek için ihtiyaç duyduğu her şeye sahiptir. Bilim, ahlak ve adalet demokratik ve özgür ortamlarda yetişir; medeniyet ve zenginlik bu ortamların ürünüdür. Bin yıl önce de böyleydi, bugün de böyle, bin yıl sonra da böyle olacaktır. Gelin, şimdi hep beraber Türkiye’yi 21’inci yüzyıla taşıyalım. Milliyetçiliğimizin yönünü dışarıya çevirelim, muhafazakârlığımızı ahlaklı dindarlık noktasına perçinleyelim. Muhafazakârlığımızı ahlaklı dindarlık noktasına perçinleyelim. Temiz bir piyasa işleyişini tesis edelim. Hukukun üstünlüğünü kalıcı hâle getirelim. Türkiye’yi 21’inci yüzyıla taşıyalım, çeyreği bitmiş, bitmek üzere olan 21’inci yüzyıla. Gelin, bu hedefsiz, kimliksiz bütçeyi geri gönderelim; buradan yeni bir programla çıkalım. Siz yürütün, biz hazırlanmasında olalım ama Türkiye’yi yapısal reformları barındıran tarihî kodlarına, kimliğine ve 21’inci yüzyıla uygun bir program etrafında harekete geçirelim. Çünkü Türkiye’nin yapısal reformlar olmadan yeni bir hikâye yazma ihtimali yoktur, bugünkü siyasi yönetimin de yeni bir hikâye yazma gücü yoktur. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Niyeti de yok.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Niyeti vardır tabii, neden olmasın.
Siyasi iklimi değiştirmek mecburiyetindeyiz. Bu programın arkasına bütün Parlamentonun mümkünse gücünü koyarak Türkiye’yi ve Türk milletini 21’inci yüzyıla yakışan bir yere çıkarmak mecburiyetindeyiz. Biz böyle bir program için varız.
Bütün Meclise, aziz milletimize saygılar sunarım, teşekkürler ederim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)